Ana Sayfa » » Yol Hikayesi - Sinop

Yol Hikayesi - Sinop

Yazar: Diren Sinop on 27 Nisan 2014 Pazar | 15:48

İşim belkide bu. Ben bu yolu, yolları seçtim. "uzak diye bir yer yok" benim için. Doğusu ya da batısı ülkemin. Karadenizi, Güneydoğusu, Torosları ya da Kapıdağı hiç fark etmez. Çünkü yolları seçtim bağlanmak için yeni dostluklara. Bağlandımda kapı gibi açılan koca koca yüreklere. İşte bu sevdadır ki hep çağırır beni, yol ve yol hikayeleri... Yeterki insan olsun sonunda.

Bu seferki rotamız hırçın maviyle değişmen yeşilin taaa buzulçağından bu yana kucaklaştığı bir çok çağı, bir çok kültürü tebayı görmüş... İbni Batuta'nın(14.yy) Katip Çelebi'nin(16.yy) Evliya Çelebi'nin Seyehatnamelerinde(18.yy) ballandıra ballandıra anlatılmış bir yer... Burası; aradığı ''dürüst adamı'' ısrarla ve ışıkla aramasına rağmen hala bulamamış olan adamın doğduğu şehir.

Onun bekleyişine sizin merakınıza daha fazla gölge etmeyeyim ve hadi ben devam edeyim. Burası; güzelliğine olduğu  kadar ilmine de denk birisinin olmadığı düşüncesinin verdiği biraz kibir birazda güvenle, ''Evrende bilgiden üstün ne var? '' diye soran ve hayatını bilmeden aklıyla dili arasında sözcük sözcük sıyırıp kaderin ellerine sıkıştırıvermiş kadının memleketi. (Sormuşta iyi mi yapmış kötü mü yapmış bilemedim ama soruyu da cevabı da ben pek bir sevdim "Sevda vardır, sevda sultanım" der delikanlının biri ve ekler "Bilgiden üstün sevdadır. Bilim; sözdür sözde kalır.Bilim,bilgidir öğrenilir. Sayıysa sayı,ölçüyse ölçüdür. Ama sevda ne gözde ne hokkada  ne kitaplardadır ne hesap edilebilinir nede ölçülebilir. Şu anda ben oyum. Sevdanın ta kendisiyim. Bunu benden başka kimse bilemez, kimse de okumakla öğrenmekle benim gibi olamaz." der ve verdiği cevaba binayen beyden kızıyla evlenmeyi talep eder ve evlenirlerde.)

Burası; yakın bir geleceğe kadar ülkenin genel hafızasında camilerin medreselerin müzelerin höyüklerin kuş gözlem alanlarının birbirinden güzel ve bakir koyların hidrofil ormanların olduğu yer olarak değilde içinden kaçılması imkansız olduğu için Anadolu'nun Alkadrazı olarak bilinen nemden rutubetten insanın kemiklerinin gün be gün çürüdüğü cezaevinin olduğu şehir olarak bilinip tanınıyor...Bizse canımızın yandığı yer olarak biliyoruz burayı çünkü biz burayı Sabahattin Ali ,Ruhi Su, Mustafa Suphi olarak biliyoruz.O yüzden Kırım Hanı  Devlet Giray'ında zamanında haksızlığa boyun eğmeyip padişaha karşı çıktığı için orada yattığını hatırlamıyoruz çünkü bilirsiniz bizim millet olarak hafızamız en fazla bir önceki durağa ve kendimize dokunan yere kadardır :)

Şimdilerdeyse burası; Vicdanlı insanların YAŞAM HAKKI vicdansızlarınsa servetlerine biraz daha servet katmak adına talan etmeye karar verdikleri ve göz diktikleri yerin adı. Evet burası SİNOP




Ülkenin gündemine adı HES olarak taşınan yer... Doğa daha fazla teknolojiye ranta yenik düşüp katledilmesin kirletilmesin canlıların yaşam hakkı ellerinden alınmasın diye aylardır işlerini güçleri bırakıp avaz avaz seslerini duyurmaya ve bu kıyımı durdurmaya çalışıyor burada insanlar. Ne acı,doğayı ve yaşam hakkını korumak adına insanın insanla verdiği mücadele.Halbuki bu memleket bu dünya hepimizin ve hepimize lazım... Aklıma Kızılderili bir atasözü geldi hani demiş ya ulu ademin biri ''insanoğlu son ırmak kirlendiğinde son ağaç kuruduğunda anlayacak paranın yemeyen bir şey olduğunu diye'' aynen öyle insanoğlu bir gün anlayacak ama ben o günü ne görmek nede yaşamak istemiyorum.Ya siz?

Arkadaşlarla salaş ve denize nazır bir yerde yemek molası vermişken kendi aramızda da tartışmaya başlamıştık burayı ve yapılmaya çalışanları yan masamızda ki bir amca (Sonradan öğrendik ki İsmail amca buranın yerlisiymiş ve emekli bir avukatmış emekli olduktan sonra geri kalan yıllarını memleketinde yaşamak için çıkıp gelmiş yıllarca yaşadığı Ankara'dan) yanımıza gelip çocuklar konuşmalarınıza istemeden kulak misafiri oldum müsaadeniz olursa bende bir iki şey söylemek isterim dedi ve buyur ettik seve seve masamıza o ise başladı anlatmaya:

"Seçimlerin ardından çıkarılan Kanun Hükmü Kararnamelerinin ortak özelliği hükümetin talan politikalarına hızla girişeceğini göstermekteydi. 648 No’lu KHK ile doğal alanları sermayenin hizmetine açmanın yasal dayanağını oluşturan “Tabiatı ve Biyoçeşitliliği koruma” yasasına karşı oluşan onca tepkiye rağmen toplumsal muhalefet, hatta meclis baypas edilerek aynı içerikte bir karar mecliste tartışılmaya gerek görmeden çıkarıldı.Bu yasalar ile sermayenin yaşam alanlarını talan etmesinin hedeflendiği açık bir gerçekliktir. Yasa, su kaynaklarımızın HES’lere ve su şirketlerine devrini mümkün kılmaya çalışmaktadır. Sayısı 4000’lere ulaşan HES projelerinin ve yine geçtiğimiz günlerde DSİ tarafından yayınlanan bir yönetmelikle mikro HES’lerin izne dahi tabi olmadan yapılabilmesinin yasal olarak önünü açtılar. Çıkarılan yasa ve yönetmeliklerle irili ufaklı HES sayısının 10.000’lere ulaşacağını gerçeği ile karşı karşıyayız çocuklar.Yeni oluşturulan 2 bakanlığın amacına uygun olarak çıkarılan KHK’ların hedefini görmemek için kör olmak gerekiyor. Çevre ve Orman Bakanlığı’nı ikiye ayıran; birine “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı” isminin verilmesi diğer bakanlığında “Orman ve Su İşleri Bakanlığı” yapılması bir tesadüf değil talanın hangi yönde ilerleyeceğinin açık birer işaretidir. 648 No’lu KHK ile doğal sit alanlarının, milli parkların, ormanların ve tüm koruma alanlarının şuan var olan statüleri ortadan kaldırılmıştır. Bu güne kadarki uygulamaları göz ününe aldığımızda bu alanlar yeniden tanımlanırken kriterlerinin neler olabileceği bellidir.

KHK ile maden faaliyetlerinin önündeki yasal engeller de kaldırılmıştır. Şuan ülke topraklarının %60’ına yakın bölümünde maden arama lisanslarının dağıtıldığını biliyoruz. Karadeniz bölgesine turizm adı altında yapılmaya çalışılan “Samsun’dan Artvin’e açılacak yayla yolu”nun amacı maden şirketlerinin arama faaliyetleri için bir alt yapı çalışması olduğu gerçeğini unutmuyoruz.Evet, sözün bittiği yerdeyiz. Artık mahkeme karaları ile bu sürece müdahale etmemiz mümkün değildir. Bu nedenle çocuklar yaşam alanlarımızı dişe diş savunmaktan başka hiçbir çaremiz kalmamıştır dedi.Ve bizi kendi vicdanımızla kendi geleceğimizle kendi düşüncelerimizle baş başa bırakıp geldiği gibi kalkıp gitti. ehhhh artık benimde sözüm bitti o yüzden eyvallah deme vaktim geldi. hadi eyvallah

İlkay Geyikoğlu Lafçı

0 yorum:

Yorum Gönder

 
Ana Sayfa | Ayancık |İletişim
Copyright © 2013. Diren Sinop - Tüm hakları saklıdır. İzinsiz içerik kullanmak yasaktır.