Hangi ülkeler nükleerden vazgeçti?

27 Nisan 2014 Pazar


  • Avusturya tek reaktörü Zwentendorf’u bitirmesine rağmen hiç çalıştırmadan kapattı. 1978’de halk oylaması yapıldı ve yüzde 51 nükleere hayır dedi.
  • Çernobil sonrası İtalya 4 reaktörünü birden kapattı. İtalyanlar Haziran 2011’deki yeni halk oylamasında da nükleer enerjiye hayır dediler.
  • İspanya’da Zorita ve Vandellos-1 reaktörleri kapatıldı, 7 reaktör kaldı.
  • Litvanya’da İgnalina-I ve İgnalina-2 (2004, 2009) kapatıldı.
  • İsviçre Fukuşima öncesi yeni reaktör yapmayı planlıyordu. Kazadan sonra 5 reaktörü 2034’te kapatma kararı aldı.
  • Belçika 2025’e kadar 7 reaktörünü kapatacak. 
  • Yunanistan, İrlanda, Danimarka, Norveç, Portekiz, Latvia, Lüksemburg nükleer santral kurmadıkları gibi Fukuşima sonrası nükleere karşı bir deklarasyon yayınladılar. 
  • Almanya, Fukuşima’dan hemen sonra 8 reaktörü aynı anda kapattı. Kalan 9 reaktör de 2022’ye kadar kapatılacak. 

Nükleer rönesans hayal oldu

Nükleeri çare olarak sunanların argümanları azalıyor. Petrol krizinin hızıyla nükleer enerjiyi kurtuluş olarak görenler, ABD’deki Üç Mil Adası kazasıyla irkildi. Çernobil’in ardından ise nükleer terkedilmeye başlandı.

Nükleer enerjinin en büyük şansı 1973’teki petrol kriziydi. Kriz, birçok ülkede paniğe neden oldu ve o zaman sınırlı olan seçenekler içinde nükleer enerjinin yıldızını parlattı. Fransa bu paniğin en iyi örneğidir. Bugün Fransa’da çalışır durumda 58 nükleer reaktör var ve elektrik ihtiyacının yüzde 73’ü nükleer santrallerden sağlanıyor. Bu 58 reaktörün 36 tanesi, petrol krizinden hemen sonra başlatılan nükleer enerji hamlesi sonucu 1977 ile 1989 yılları arasında kurulmuştur. 1977’ye kadar kurulan reaktörlerin birçoğunun düşük kapasiteli olduğu da düşünülürse, Fransa’nın bugün sahip olduğu kurulu gücünün o paniğin sonucu olduğu açıkça görülebilir. Fransa, 1999 yılından sonra sadece bir reaktör inşa etti. Bugün yapımı süren tek reaktör (Flamanville) ise aynı Finlandiya’daki ikizi gibi mali bir felakete yol açtı ve ne zaman faaliyete geçeceği bilinmiyor.

RAKAMLARLA DÜNYADA NÜKLEER
Petrol krizinin hızıyla nükleer enerjiyi kurtuluş sananların birçoğu, ABD’deki Üç Mil Adası kazasıyla irkildi. Çekirdek erimesi, yani reaktörün kalbindeki yakıt hücrelerinin hasara uğraması, bununla birlikte nükleer reaksiyonun kontrolden çıkması nükleer endüstrinin korkulu rüyasıdır. Üç Mil Adası’nda kısmen bir çekirdek erimesi yaşanması başta ABD olmak üzere bazı ülkelerde tedirginlik yaratsa da, nükleerden kaçış Çernobil’le başladı. 1986 yılında dünyadaki elektrik tüketiminin yüzde 11’i nükleer santrallerden sağlanıyordu. Çernobil’den sonra yeni siparişlerin durması, nükleer enerjinin yükselme eğilimine de darbe vurdu. Mevcut inşaatların tamamlanmasıyla 1997’de nükleer enerjinin küresel elektrik üretimindeki payı yüzde 17’lik tarihi zirvesini gördü. Dünya enerji tüketimine katkısı ise yüzde 6 civarındaydı çünkü nükleer santraller sadece elektrik üretebilirler. Fosil yakıtlar ve yenilenebilir enerji kaynakları ısı ve elektrik üretebildikleri için nükleere karşı hep avantajlıdır.

Nükleer endüstri Çernobil sonrası akıllı bir manevrayla kabuğuna çekildi. Çernobil’in unutulmasını beklemekten başka çareleri yoktu. 2000’den sonra Çernobil’in unutulduğunu düşünen nükleer lobi tekrar atağa geçti. Bu sefer ‘nükleer rönesans’ sloganıyla sahneye girdiler. Daha fazla bekleyemezlerdi zira yeni teknik eleman yetişmiyor, mevcut kadrolar emekliye ayrılıyordu. Üniversitelerde nükleere ilgi azalmıştı. Yeni ve daha güvenli olduğu söylenen nükleer reaktörlerle yeniden elektrik piyasasına hücum ettiler. Avrupa ve Amerika’yı ikna edemeseler de, Asya’dan aldıkları siparişlerle endüstri canlanır gibi oldu. Türkiye gibi birçok ülke yeniden nükleer enerjiyi konuşmaya başladı. Buna rağmen, 2010 yılı sonunda (Fukuşima kazasından önce) nükleer santrallerden üretilen elektriğin payı yüzde 12’ye kadar geriledi. Güvenli nükleer reaktörler piyasanın tek talebi değildi. Ucuz olmaları da gerekiyordu. Atık sorunu hâlâ çözülememişti. Üstelik, güvenli nükleer santral demek maliyet demekti. Nükleer enerji, kömür, gaz, rüzgar, güneş ve hidroelektrik gibi kaynaklarıyla rekabet edemiyordu. 2010 sonunda küresel elektrik üretiminde nükleerin payı yüzde 12’ye düşerken, yenilenebilir enerji kaynakların payı yüzde 20’ye çıkıyordu. Fukuşima sonrası ise nükleer enerjinin küresel elektrik üretimindeki payı yüzde 10’lara kadar düştü. Bir başka deyişle, 30 yıl öncesine geri döndü.

BİTMEYEN SANTRAL İNŞAATLARI
1974’te Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA), 2000 yılına gelindiğinde nükleer santrallerin dünyadaki kurulu gücünün 4 bin 500 gigavata (GW) ulaşacağını tahmin ediyordu. Bugün itibariyle bu rakam sadece 372 GW ve buna bir yıldır çalışmayan Japonya’daki yaklaşık 50 GW da dahil. Rakamlar küresel eğilimin nükleerin lehine gitmediğini gösterse de bu tablo ülkeden ülkeye değişebiliyor. Dünyada çalışabilir durumda 435 reaktör var ve UAEA’ya göre 72 reaktör de yapılıyor. 72 reaktörün 28’i  Çin, 10’u Rusya, 6’sı Hindistan, 5’er tanesi Güney Kore ve ABD, 2’şer adedi Birleşik Arap Emirlikleri, Ukrayna, Slovakya, Japonya, Arjantin ve Pakistan, 1’er adet de Belarus, Brezilya, Fransa ve Finlandiya’da inşa ediliyor. Detaylara bakmazsanız ‘72’ sayısı size çok gelebilir, öyle düşünmenizi de istiyorlar. Halbuki bu 72 reaktörün bazıları yıllardır yapımı sürenler listesinde yer alıyor. Örneğin Arjantin’deki Atucha-2 reaktörü, 1981’den beri inşa ediliyor. Yapımı süren diğer reaktör ise bir prototip. ABD’deki Watts Bar-2’nin inşaatına ise 1972’de başlandı. Hindistan’daki Kudankulam’da iki reaktör 12 yıldır bitirilemedi. Slovakya’daki iki reaktör 1987’den beri yapılıyor(!). Ukrayna’da durum hemen hemen aynı. Nükleer reaktörün yapımız uzadıkça, kâr etmesi zorlaşır. İlk yatırım maliyeti yüksek olduğu için biran önce elektrik üretip, satmaları gerekir. Bu örneklerin hepsinin ortak noktası ekonomik bir felaket olmaları.

Yine aynı listede, Rusya’da 10 yeni reaktörün yapıldığı söyleniyor ancak bu 10 reaktörün iki tanesinin deniz üstü için tasarlanmış, küçük reaktörler olduğu yazmıyor. Pakistan’daki iki reaktör de küçük, toplamı bir Yatağan santrali etmiyor. Japonya’daki iki inşaat Fukuşima’dan sonra rafa kalktı ama hâlâ yapımı sürenler listesinde yer alıyor. Finlandiya’da Fransızların dünyanın en üstün teknolojisi diye pazarladıkları Olkiluoto reaktöründe inşaat durdu. Zarar 5 milyar avroyu geçti. Fransa’da da durum farklı değil. Flamanville-3 reaktörünün yapımı 7 yıldır sürüyor ve ne zaman biteceği belli değil. Nükleer enerji alanında dünya lideri sayılabilecek Fransa’nın 2025’e kadar elektrik üretiminde nükleerin payını yüzde 50’ye indirmeyi planlaması da iyi okunmalı. Görüldüğü gibi, nükleer endüstri dünyada 72 reaktör inşa halinde demeyi sever ama her zaman olduğu gibi sizden gerçekleri gizler. Yeni yapımların yarıdan fazlasının Çin ve Rusya’da olduğu göze alınılırsa, dünyada herkesin nükleer enerjiye koşmadığı açıkça görülüyor. Nükleer enerji söylendiği gibi ucuz ve güvenli olsaydı bu tablo bambaşka olurdu.

ÖZGÜR GÜRBÜZ

Yol Hikayesi - Sinop

İşim belkide bu. Ben bu yolu, yolları seçtim. "uzak diye bir yer yok" benim için. Doğusu ya da batısı ülkemin. Karadenizi, Güneydoğusu, Torosları ya da Kapıdağı hiç fark etmez. Çünkü yolları seçtim bağlanmak için yeni dostluklara. Bağlandımda kapı gibi açılan koca koca yüreklere. İşte bu sevdadır ki hep çağırır beni, yol ve yol hikayeleri... Yeterki insan olsun sonunda.

Bu seferki rotamız hırçın maviyle değişmen yeşilin taaa buzulçağından bu yana kucaklaştığı bir çok çağı, bir çok kültürü tebayı görmüş... İbni Batuta'nın(14.yy) Katip Çelebi'nin(16.yy) Evliya Çelebi'nin Seyehatnamelerinde(18.yy) ballandıra ballandıra anlatılmış bir yer... Burası; aradığı ''dürüst adamı'' ısrarla ve ışıkla aramasına rağmen hala bulamamış olan adamın doğduğu şehir.

Onun bekleyişine sizin merakınıza daha fazla gölge etmeyeyim ve hadi ben devam edeyim. Burası; güzelliğine olduğu  kadar ilmine de denk birisinin olmadığı düşüncesinin verdiği biraz kibir birazda güvenle, ''Evrende bilgiden üstün ne var? '' diye soran ve hayatını bilmeden aklıyla dili arasında sözcük sözcük sıyırıp kaderin ellerine sıkıştırıvermiş kadının memleketi. (Sormuşta iyi mi yapmış kötü mü yapmış bilemedim ama soruyu da cevabı da ben pek bir sevdim "Sevda vardır, sevda sultanım" der delikanlının biri ve ekler "Bilgiden üstün sevdadır. Bilim; sözdür sözde kalır.Bilim,bilgidir öğrenilir. Sayıysa sayı,ölçüyse ölçüdür. Ama sevda ne gözde ne hokkada  ne kitaplardadır ne hesap edilebilinir nede ölçülebilir. Şu anda ben oyum. Sevdanın ta kendisiyim. Bunu benden başka kimse bilemez, kimse de okumakla öğrenmekle benim gibi olamaz." der ve verdiği cevaba binayen beyden kızıyla evlenmeyi talep eder ve evlenirlerde.)

Burası; yakın bir geleceğe kadar ülkenin genel hafızasında camilerin medreselerin müzelerin höyüklerin kuş gözlem alanlarının birbirinden güzel ve bakir koyların hidrofil ormanların olduğu yer olarak değilde içinden kaçılması imkansız olduğu için Anadolu'nun Alkadrazı olarak bilinen nemden rutubetten insanın kemiklerinin gün be gün çürüdüğü cezaevinin olduğu şehir olarak bilinip tanınıyor...Bizse canımızın yandığı yer olarak biliyoruz burayı çünkü biz burayı Sabahattin Ali ,Ruhi Su, Mustafa Suphi olarak biliyoruz.O yüzden Kırım Hanı  Devlet Giray'ında zamanında haksızlığa boyun eğmeyip padişaha karşı çıktığı için orada yattığını hatırlamıyoruz çünkü bilirsiniz bizim millet olarak hafızamız en fazla bir önceki durağa ve kendimize dokunan yere kadardır :)

Şimdilerdeyse burası; Vicdanlı insanların YAŞAM HAKKI vicdansızlarınsa servetlerine biraz daha servet katmak adına talan etmeye karar verdikleri ve göz diktikleri yerin adı. Evet burası SİNOP




Ülkenin gündemine adı HES olarak taşınan yer... Doğa daha fazla teknolojiye ranta yenik düşüp katledilmesin kirletilmesin canlıların yaşam hakkı ellerinden alınmasın diye aylardır işlerini güçleri bırakıp avaz avaz seslerini duyurmaya ve bu kıyımı durdurmaya çalışıyor burada insanlar. Ne acı,doğayı ve yaşam hakkını korumak adına insanın insanla verdiği mücadele.Halbuki bu memleket bu dünya hepimizin ve hepimize lazım... Aklıma Kızılderili bir atasözü geldi hani demiş ya ulu ademin biri ''insanoğlu son ırmak kirlendiğinde son ağaç kuruduğunda anlayacak paranın yemeyen bir şey olduğunu diye'' aynen öyle insanoğlu bir gün anlayacak ama ben o günü ne görmek nede yaşamak istemiyorum.Ya siz?

Arkadaşlarla salaş ve denize nazır bir yerde yemek molası vermişken kendi aramızda da tartışmaya başlamıştık burayı ve yapılmaya çalışanları yan masamızda ki bir amca (Sonradan öğrendik ki İsmail amca buranın yerlisiymiş ve emekli bir avukatmış emekli olduktan sonra geri kalan yıllarını memleketinde yaşamak için çıkıp gelmiş yıllarca yaşadığı Ankara'dan) yanımıza gelip çocuklar konuşmalarınıza istemeden kulak misafiri oldum müsaadeniz olursa bende bir iki şey söylemek isterim dedi ve buyur ettik seve seve masamıza o ise başladı anlatmaya:

"Seçimlerin ardından çıkarılan Kanun Hükmü Kararnamelerinin ortak özelliği hükümetin talan politikalarına hızla girişeceğini göstermekteydi. 648 No’lu KHK ile doğal alanları sermayenin hizmetine açmanın yasal dayanağını oluşturan “Tabiatı ve Biyoçeşitliliği koruma” yasasına karşı oluşan onca tepkiye rağmen toplumsal muhalefet, hatta meclis baypas edilerek aynı içerikte bir karar mecliste tartışılmaya gerek görmeden çıkarıldı.Bu yasalar ile sermayenin yaşam alanlarını talan etmesinin hedeflendiği açık bir gerçekliktir. Yasa, su kaynaklarımızın HES’lere ve su şirketlerine devrini mümkün kılmaya çalışmaktadır. Sayısı 4000’lere ulaşan HES projelerinin ve yine geçtiğimiz günlerde DSİ tarafından yayınlanan bir yönetmelikle mikro HES’lerin izne dahi tabi olmadan yapılabilmesinin yasal olarak önünü açtılar. Çıkarılan yasa ve yönetmeliklerle irili ufaklı HES sayısının 10.000’lere ulaşacağını gerçeği ile karşı karşıyayız çocuklar.Yeni oluşturulan 2 bakanlığın amacına uygun olarak çıkarılan KHK’ların hedefini görmemek için kör olmak gerekiyor. Çevre ve Orman Bakanlığı’nı ikiye ayıran; birine “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı” isminin verilmesi diğer bakanlığında “Orman ve Su İşleri Bakanlığı” yapılması bir tesadüf değil talanın hangi yönde ilerleyeceğinin açık birer işaretidir. 648 No’lu KHK ile doğal sit alanlarının, milli parkların, ormanların ve tüm koruma alanlarının şuan var olan statüleri ortadan kaldırılmıştır. Bu güne kadarki uygulamaları göz ününe aldığımızda bu alanlar yeniden tanımlanırken kriterlerinin neler olabileceği bellidir.

KHK ile maden faaliyetlerinin önündeki yasal engeller de kaldırılmıştır. Şuan ülke topraklarının %60’ına yakın bölümünde maden arama lisanslarının dağıtıldığını biliyoruz. Karadeniz bölgesine turizm adı altında yapılmaya çalışılan “Samsun’dan Artvin’e açılacak yayla yolu”nun amacı maden şirketlerinin arama faaliyetleri için bir alt yapı çalışması olduğu gerçeğini unutmuyoruz.Evet, sözün bittiği yerdeyiz. Artık mahkeme karaları ile bu sürece müdahale etmemiz mümkün değildir. Bu nedenle çocuklar yaşam alanlarımızı dişe diş savunmaktan başka hiçbir çaremiz kalmamıştır dedi.Ve bizi kendi vicdanımızla kendi geleceğimizle kendi düşüncelerimizle baş başa bırakıp geldiği gibi kalkıp gitti. ehhhh artık benimde sözüm bitti o yüzden eyvallah deme vaktim geldi. hadi eyvallah

İlkay Geyikoğlu Lafçı

Ölümü gösterip sıtmaya razı ediyorlar

25 Kasım 2013 Pazartesi

Birkaç yıl önce Türkiye’de 2 bin HES projesi olduğu söyleniyordu.


Tam rakamdan asla emin olamadık.
Pek çoğu davalıktı...
Birçoğunda mahkemeden yürütmeyi durdurma kararı çıksa da “dere ıslahı” adı altında altyapısı hazırlanıyordu...
Bir dolusu dereleri kurutmuş, oradaki ekosistemi mahvetmişti.
Yerel halkların birincil yaşam kaynağı olan su ellerinden alınıyor, sermayenin tekeline sokuluyordu.
Karadeniz yıllar boyu direndi. Dere kenarında çocuklarını doğurmuş nineler derelere göğsünü siper etti. Bazen muvaffak oldular, bazen olamadılar. Ama yılmadılar.
Hükümetin tasarrufa değil, daha fazla tüketime yönelik, HES’leri bağrına basan enerji politikası çevre duyarlılığı yüksek insanlar tarafından durmadan eleştirildi. Ama hükümet bana mısın demedi.
Şimdi Çevre Bakanı günah çıkarıyor. “HES’lerle ufak dereleri mahvediyoruz. 10 megavattan az enerji üretecek HES’lere kesinlikle izin vermeyeceğiz. Bundan sonra bunun hesabını sorarsınız” diyor.
Halk çoktandır hesap soruyordu ama sallayan yoktu.
Aslında Çevre Bakanı’nın yaptığına günah çıkarmak da denmez.
Onunkisi daha ziyade ölümü gösterip sıtmaya razı etme çabası.
Zira HES’lerle ilgili açıklamasının ardında nükleer santral promosyonu yatıyor.
Bayraktar, “Türkiye yılda 60 milyar dolarlık enerji ithal ediyor. Nükleer santral olmadan bu işin altından kalkamayız” diyor.
Tabii bu arada nükleer santralin ülkenin enerji ihtiyacının sadece yüzde 5’ini karşılayacağından, bu santral aracılığıyla dünyanın en pahalı elektriğini Rusya’dan satın alacağımızdan, nükleer santral atıklarının doğada yüzbinlerce yıl yok olmadığından, kaza olması durumunda ülkede tarım ve hayvancılığın biteceğinden, santralin deniz suyunu ısıtacağından, dünyaya koruma sözü verdiğimiz Akdeniz foklarının dibine darı ekeceğinden söz etmiyor.
Ne olacak...
Alt tarafı 10 yıl sonra çıkıp nükleer santral konusunda da günah çıkarırlar...
Biz de yeriz.


Her şey Sinop için

22 Kasım 2013 Cuma

Sinop'un temiz, yaşanılabilir bir şekilde kalması için elimizden gelen her şeyi yapıyoruz.

Dün facebook sayfamızda sizlere Japonya'dan nükleer santral anılarını yaşayan dostlarımızın Sinop'a gelerek o günleri anlatacağı haberini vermiştik.

Şimdi ikinci haberi veriyoruz.

Yaşanılabilir, temiz ve doğal güzellikleri satılmayan bir Sinop'ta yaşamak için Greenpeace ile iletişime geçmiş bulunmaktayız. Greenpeace Nükleer Santral Kampanya Sorumlusu ile görüşmeler yapıyoruz. En kısa zamanda Greenpeace ile etkinliklerimiz olabilir...

Desteklerinizi bekliyoruz #DirenSinop



Derelerimiz Satılık Değil

Yıkılan, satılan, geleceği sarartılan bir Ayancık duruyor karşınızda.

18 bin tane kesilen ve bir o kadar da harfiyat altında kalan ağaçtan bahsediyoruz. Canlıların ölüme terk edildiği bir Ayancık...

Merkezdeki HES binasının mühürlenmesiyle çalışmaların hala devam ettiği bir Ayancık. Kumluk Köyü başta olmak üzere çevre köylerde devam eden bir HES projesi var AYANCIK'ta.

Bilmiyor, görmüyor musunuz? AYANCIK SATILIYOR!

Ne derelerimiz satılık ne de doğamız. Ne Sinop satılık ne de ülkemiz!

Biz yurdumuzu, ülkemizi, doğamızı, gürül gürül akan derelerimizi, yemyeşil dağlarımızı size vermeyiz. Vermeyeceğiz 
Derelerimiz, doğamız, ülkemiz SATILIK değil. Derelerimiz özgür akacak, ağaçlarımız kesilmeyecek.

GÖZÜNÜZÜ AÇIP BİRAZ BAKSANIZA!
Ayancık kimlere peşkeş çekiliyor? Ayancık'a HES sayesinde istihdam mı geldi?

Lafı uzatmaya gerek yok, yerel belediye AKP'li olunca peşkeş ve talan, doğa tahribatı daha kolay oluyor.

Ayancık Belediyesi gurur duy bu ses çıkarmadığın katliamla. Sessiz sedasız bunu izleyen Ayancıklılar'a da yuh olsun...


Karadeniz HES kuşatması altında

18 Ekim 2013 Cuma

Orman ve Su İşleri Bakanlığı'nın verilerine göre Karadeniz Bölgesinde 95'i işletmede 58'i inşa aşamasında ve 253'ü proje aşamasında olan toplamda 406 adet Hidroelektrik Santrali (HES) projesi bulunuyor.

Orman ve Su İşleri Bakanlığı'nın verilerine göre Karadeniz Bölgesi'nde işletmede 95, inşa aşamasında ise 58 Hidroelektirik Santrali var. Proje, fizibilite, ön inceleme ve Su Kullanım Hakkı Anlaşması kapsamında da 253 Hidroelektrik Santrali (HES) projesi bulunuyor. Toplam 406 projenin maliyeti yaklaşık 16 milyar dolar. Karadeniz'de bulunan HES'lere çevreciler karşı çıkmaya devam ederken, bir yandan da hukuk mücadelesi veriliyor. 

Karadeniz Bölgesi'nde inşa edilen Hidroelektrik Santralleri özellikle çevreciler tarafından tepkiyle karşılanırken, Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından mevcut HES sayısının artırılması için de çalışmalar gerçekleştiriliyor. Bakanlık verilerine göre Karadeniz Bölgesi'nde işletmede 95, inşa aşamasında 58 HES bulunuyor. Proje, fizibilite, ön inceleme ve Su Kullanım Hakkı Anlaşması kapsamında ise 253 HES projesi mevcut. Toplada 406 projenin kurulu gücü 8 bin 872 MW olup, yılda 30 bin 40 GWh hidroelektrik enerji üretilmesi hedeflendiği belirtildi. Bu projelerin yatırım tutarının ise yaklaşık 16 milyar dolar olduğu bildirildi. 

Ordu Doğa ve Yaşam Alanlarını Koruma Platformu da, bölgede kurulan HES'lerle ilgili hukuk mücadelesi sürdürüyor. Platform üyesi Coşkun Türkeli, HES'lerin bulunduğu dere yataklarına ve çevresine büyük zarar verdiğini savunarak şunları anlattı : 

"Su tutulmasının yapıldığı bölgelerde heyelanlar meydana geliyor. Derelerde su seviyesi düşüyor, canlı hayat, balıklar olumsuz yönde etkileniyor. Ayrıca İnşaatlar sırasında yeraltı sularının yeri değişiyor. Bu sebeple köylerinde susuz kalan vatandaşlarımız oldu. Karadeniz'de neredeyse her akarsuda bir HES var. Bölge sakinleri de HES'lerin yapılmasını istemiyor. HES'ler doğal güzellikleriyle tanınan Karadeniz Bölgesi'nde doğal dengeyi bozuyor." 

HES protestosuna biber gazlı saldırı

8 Ekim 2013 Salı

Antalya Isparta Burdur Denizli Kaş Platformu Ahmetler Kanyonu’nda kurulmak istenen HES’i yapacak şirketin
güvenlik elemanlarının HES’i protesto etmek için oturma eylemi yapmak üzere toplanan köylülere saldırdığını bildirdi.
Antalya Isparta Burdur Denizli Kaş Platformu’nun bildirdiğine göre, Antalya’da Manavgat’a bağlı Ahmetler Kanyonu’na kurulmak istenen HES’i protesto eden köylülere saldırıldı.
Platformdan Hediye Gündüz HES’i yapacak Seçenek Enerji adlı şirketin taşeron firması Tatoğulları’nın inşaat alanına özel güvenlikle geldiğini söyledi.
Gündüz inşaat alanına doğru giderken özel güvenlik elemanlarının alana giden köylülere saldırdığı haberini aldıklarını anlattı.
Alana vardıklarında köylülerden aldıkları bilgilere göre, özel güvenliğin silah ve biber gazı kullanarak saldırdığını, iş makinesini köylülerin üzerine sürdüğünü belirtti.
Köylülerin anlattıklarına göre biri kadın üç köylü saldırı sonucu yaralandı ve hastaneye götürüldü.
Gündüz 12.00 itibariyle özel güvenlikle köylülerin alanda karşı karşıya olduklarını, köylülerin araçların çekilmesini istediklerini söyledi.

Çadır kurulacaktı
Platform bu sabah köylülerle birlikte inşaat alanında oturma eylemi yapacağını ve çadır kuracaklarını duyurmuştu.
Platformun verdiği bilgiye göre, dün akşam saatlerinde HES’i yapacak şirket 30 kadar özel güvenlikle inşaat alanına gelmişti.

Ahmetler kanyonuna HES’çi şirket önceki günlerde de dozerler, kepçeler ve çalışma ekipleriyle gelmiş, köylülerin direnişiyle karşılaşmıştı.

Ukrayna Ağaç Tüneli

Ne yaparsak yapalım, doğaya saygı duyarak ve onu koruyarak yapabiliriz.

Fotoğraftaki kare Ukrayna'nın Kleven bölgesinde çekilmiştir. Resmi olarak "Ağaç Tüneli" olarak bilinen yol, Ukrayna'da "Aşk Tüneli" olarak anılmaktadır. İnsanın, istediği zaman doğaya olan saygısını koruyarak da bilimini ve teknolojisini ileri götürebileceğini bize net bir şekilde göstermektedir.






Denizanaları nükleer santralin kapanmasına neden oldu

6 Ekim 2013 Pazar

İsveç’în Baltık Denizi’ne bakan Oskarshamn kentindeki nükleer santralin kapanma sına neden olan ilginç bir haberi sizlerle paylaşıyoruz.

Dünyanın en büyük nükleer santrallerinden birisi kapatılmak zorunda kaldı. Çünkü ay denizanaları tarafından istila edildi. Evet, bu bir bilim kurgu filmi mottosuna benziyor ama bu dünyada her zaman olan birşey. Kaliforniyada, İngiltere’de, Japonya’da ve İsrail’deki nükleer santrallerinin tümü çapulcu denizanaları tarafından sabote edilmiştir ve onların sümüksü engelleme politikaları uzun zamandır mevcuttu.

Pazar günü, güneydoğu İsveç’teki Oskarshamn nükleer santrali operatörleri denizanalarının boruları tıkamasından sonra üç nolu nükleer reaktörü güçlükle çalışmaya başladı.

Denizanaları nükleer santraller için büyük bir tehlike arzediyor, bu kesin. Geçen sene, Diablo Canyon nükleer tesisi denizanasına benzeyen deniz suyu kabarcıklarından ötürü reaktörlerini kapatmıştır. Ayrıca, Oskarshamn 2005′te denizanalarından ötürü ilk ünitesini kapatmıştı.

Oskarshamn’daki reaktörünün 1,400 megawatlık üretimi var, dünyadaki en büyük kaynar su reaktörü ve tüm reaktörler Fukushima Daiichi gibi aynı teknoloji üzerinde inşaa edildi.

Ne bu rezillik!

3 Ekim 2013 Perşembe



Bir turizm kenti olan Sinop'taki rezilliği, ülkenin paralarının nasıl boşa harcandığını sizlerle paylaşmak istiyoruz.

Hatırlarsınız, Sinop Aşıklar caddesinin çöken kıyısı, bir ay önce yapılmıştı. Zengin ülkemin 20-30 gün önce biten o kıyısı..


Sinop merkez Aşıklar caddesinde yaz boyunca devam eden ve yaklaşık 1 ay önce biten bu onarım artık altüst oldu. Daha yapılalı 1 ay oldu ama halini gören rezillikten başka bir şey demiyor. Kaça mal oldu bu çalışma? Ve nasıl oldu? Bu hal ne? Kim hesabını soracak ki. Bilen bir Sinoplu söylese de öğrensek. 1 ay önce biten bir onarımın şimdiki halinin fotoğraflarıdır bunlar.

Bütün yaz çay bahçesinden denizi seyreden yerli ve yabancı herkes; deniz manzarası yerine, bu yapım çalışmalarında kullanılan, geceleri bile orada park halinde duran VİNÇ'i seyretti.

-Bu ülkenin parasının karşılığı bu mu?
-Bu nedir? Bir açıklayacak yetkili var mı?
-Sayın Sinop Valisi bunun hesabını soracak mı?
-Bekleyeceğiz...


CEVAP BEKLİYORUZ!

Anadolu Grubu Gerze'yi Terk Etti

2 Ekim 2013 Çarşamba

Gerze ilçesi Yaykıl köyünde yapılması planlanan termik santral projesinin durdurulmasının ardından "Anadolu Grubu" Gerze ilçemizden elini çekmeye başladı.

Yöre halkı Anadolu Grubu'nun Sinop Gerze'de kurmayı planladığı kömürlü termik santral projesine karşı uzun süredir mücadele veriyordu. Anadolu Grubu santral sahasının geniş bir alanının orman arazisi olması sebebiyle olumlu Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporu alamamıştı.

Nisan 2012'de yapılan çevresel etki değerlendirmesi toplantısında Orman Bölge Müdürlüğü olumsuz görüş bildirdi. Gerze halkı polisin sert müdahalesine rağmen Eylül 2011'de şirketin iş makinelerinin bölgeye girmesine engel olmuştu.

Ve tüm bu mücadeleler sonrası GERZE KAZANDI. "Gerze Enerji Santrali Bilgi Paylaşım Merkezi" başta olmak üzere termik santral kurucuları ve Anadolu Grubu Gerze'yi terk etti.






 
Ana Sayfa | Ayancık |İletişim
Copyright © 2013. Diren Sinop - Tüm hakları saklıdır. İzinsiz içerik kullanmak yasaktır.